Doğu Avrupa Merkezi&Arası ve Kamu Sorunları Okulu
Columbia Üniversitesi
Bronislaw Geremek
Bayanlar ve baylar,
Erken 90'lı yılların coğrafyacı ve politikacıları, siyasal yakınlık ve biçimde değişikliği Avrupa'nın
merkezinde gözlemledikleri zaman kesinlikle şaşkındılar. Geçen son on yılda bu bölge,
-dönüşümlü olarak- gelecek için ikilemler yaratan ve yeni önemli sorunları artırmayla sonuçlanan
temel bir sistem yapılaşmasına maruz kaldı.
Orta ve Doğu Avrupa kavramı ve tarihi ileriki gelişmeleri tahmin etmek için bir çaba harcamayan
siyasal yorumcuların ve çalışmaların moda konusu oldu.
Avrupa'nın ortası fikri ilginç yorumlara sebep oluyor. Yine de, 1915'de Friedrich Naumann
tarafından ileri sürülen Mitteleuropa kavramının bütünüyle Alman formülasyonu tartışmalı
anlamları yüzünden sorgulandı. Kavramın kendisi üzerine geçmiş tartışmaların uzun bir tarihe
sahip olmasına rağmen, son analistler kavramın tanımı problemiyle boğuşmaktadır. Polonya
üzerine kitabında -hatırlayacağınız gibi "Tanrı'nın Oyun Alanı" başlıklı- Norman Davis tarafından
kullanılan güçlü bir metafor orta Avrupa'nın tam merkezini anlamak için doğa üstünden bahsetti.
1989'da Jacques Rupnik, açıkça geleneksel Batıdan ayırarak "diğer" Avrupa olarak bütün
bölgeden bahsetti. 1986'da, Milan Kundera siyasal olarak doğuda, kültürel olarak batıda, coğrafik
olarak merkezde yerleşmiş olarak bölgenin tanımlamasını göze alan ilk kişiyken, Timoty Garton
Ash, Orta Avrupa'nın hiç var olup olmadığı sorusunu sordu. İfade etmem gerekir ki, eğer
Kundera'nın teşhisi doğruysa ve Orta Avrupa iki kutuplu gerilimlerin sıkıntısını çekiyorsa,
1983'de ki ünlü "Orta Avrupa'nın Trajedisi" başlıklı denemesinde küçük bir hayret vardır.
General Charles de Gaulle'in dediği gibi, jeopolitikalar değiştirilebilirken coğrafya değiştirilemez ve
genel olarak hem fikir olma eğiliminde olsam bile aynı zamanda ekleyebilirim ki, benim kendi ülkem
Polonya'nın en son tarihi büyük Fransız insanının her zaman haklı olmadığını kanıtlar.
Varşova'nın siyasal vitrininden basit bir gözlem 1989'dan sonra Polonya'nın coğrafik ve jeopolitik
alanda değiştiğini doğrular. Yeni yedi komşu ülke varolmaya çalışıyorken, Polonya'nın etrafını
çevirdiği üç devlet ortaya çıkamadı.
Bir dereceye kadar o bir paradokstur, çünkü biz, Polonyalılar Avrupa kaderimizin bir parçası
olarak son bin yılda şansımızın değiştiğini düşünmeye başladık. Berlin'in varoşlarından
Moskova'nın eşiğine kadar uzanan, Avrupa'daki en geniş devlet, biz aynı zamanda 1918'de sona
eren ve 123 yıl devam eden ulusal bir devlet yapısının var olmadığı devlet yapımızın tam bir
yıkılışının deneyimini yaşadık. Bu nedenle, böyle değişimlere alışık olduğumuza dair
Polonyalıların söylediği bir şaka vardır. Ne var ki, açıkça görülen bir gözlem şudur: Son iki
yüzyılda biz, Hem doğudan hem batıdan, Almanya'dan ve Rusya'dan gelen emperyalist
yayılmanın kurbanı ve öznesi olduk. 1989 dan sonra, Sovyet imparatorluğunun varlığıyla
belirlenen siyasal düzenleniş kalktı.
Bir an için, sadece bir politikacı değil bir tarih profesörü gibi davranmama izin verin. 1918 deki
durum ile 1989'daki orta Avrupa devleti arasında bir paralellik var mıdır? Herkesin bildiği gibi,
Büyük Savaş orta Avrupa için şaşırtıcı bir biçimde sona erdi. Üç gücün, Avusturya, Almanya ve
Rusya'nın yıkılması bir çok ulusa özgürlüğü bulmak ve kendi kimliklerini oluşturmak için bir birlik
fırsatı verdi. Polonya bağımsızlığını yeniden kazandı ve Çek, Macar, Litvanyalı ve diğer uluslarla
birlikte demokrasi ilkelerine dayalı olarak komşularıyla anlamlı siyasal ilişkiler inşa etmeye
çabaladı. II. Dünya Savaşından 20 yıl sonra bu çaba tamamıyla paramparça oldu. Avrupa
uyuyorken, Nazi Almanya'sı ve Komünist Rusya insanlığa karşı en büyük suçu işledi. Belki bu
başarısız hareketlerin nedenlerinin analizini yapmak için uygun bir an olmayabilir fakat niçin orta
Avrupa'nın siyasal özgürleşmesi sürecinin başarılı bir biçimde yürütüldüğünün ve niçin 1989'daki
durumun tamamen farklı olduğunun sorusuna bir yanıtı göze almak için kesinlikle iyi bir zamandır.
1989 haziran seçimleriyle Komünist partinin gücünü kıran orta Avrupa'daki ilk devlet olarak
Polonya kuruldu. Birkaç ay sonra, 9 kasımda, Berlin Duvarı 1918'den beri ilk kez Almanya'nın
birliğine fırsat vererek yıkıldı, Sovyet birlikleri orta Avrupa'dan ayrıldı, Çekler "yumuşak
Devrim"lerine başladı ve Sovyet imparatorluğu Ukraynalılara, Letonyalılara, Litvanyalılara,
Estonyalılara yüksek sesle konuşmalarına ve özgürlük taleplerine izin veren uyumunu kaybetti.
1989'da 1918'dev çok farklı ne yapıldı? Buna verilecek yanıt bir kitabı doldurabilir ve eminim ki
halihazırda bir çok şey yazılmıştır. Çok neden arasında bir tanesi yeniden vurgulanabilir: 1989 da
bölgenin iki büyük gücü, Almanya ve Rusya, 70 yıl önceki atalarından çok farklı iki devlet oldular.
Yetersiz bir düzeyde olmasına rağmen bizim Almanlar ve Ruslar hakkındaki görüşümüz önemli
biçimde değişti. Polonya kamu oyu araştırmaları Almanya ve Almanlara karşı -geleneksel bir
düşman olarak- düşmanlık Polonya'nın güvenlik hissinin daha büyük olduğu anlamına gelecek
biçimde yavaş yavaş ortadan kalktığını gösterir. Polonya bir NATO üyesi olduğu ve Avrupa
Birliğiyle birlik anlaşmaları imzalandığı zaman bu durum kesinlikle 1991'den sonra artmıştır.
1990'lardaki Polonya-Alman yakınlaşması Soğuk Savaş sonrası gerçekleştirilen en büyük
başarılardan biridir. Avrupa Birliğinin mimarlarından olan ve onun büyümesinin en güçlü destekçisi
olan Demokratik Almanya 1990'daki yeni Polonya ile diyalogu seçti. Bir ay önce, 1 eylül 1999'da
Almanya ve Polonya Başkanları Gdansk'da toplandı ve iki taraflı işbirliğinin ilişkimizin köşetaşı
olarak kaldığı ve kalması gerektiği tekrarlandı.
Orta ve doğu Avrupa sürekli değişiyor. Polonya için doğru oolan şeyler Visehrad Üçgeni denen
biçimde yakın işbirliği yaptığımız ülkeler Macaristan ve Çek Cumhuriyeti için de doğrudur. Diğer
uluslar da boş durmamış ve kendi politikalarını bölgesel dinamikler üzerine kurmak için arayış
içindedirler. Estonyalılar, Polonyalılar gibi, yeni üyeler arasında Avrupa Birliğine girmeyi
görüşüyorlar, Litvanyalılar ve Slovaklar NATO'ya katılma isteklerini bildirdiler, Ukraynalılar
siyasal kimliklerini arıyorlar ve euro-atlantik güvenlik yapılarında üyelikleri olasılığını dışarıda
bırakmıyorlar. Orta Avrupa ülkelerinin siyasal canlılığını gösteren bir çok örnek var: Litvanya ve
Polonya hükümetleri askerlerinin Kosova'da KFOR içinde birlikte hizmet vereceğine karar verdi,
Slovak hükümeti Visehrad Grubuna yeniden katılmak için iz üstünde ve NATO üyeliği için baş
vuruyor, 1991 bağımsızlığını kazanan ilk devlet olarak Polonya'yla birlikte bağımsızlığını yeniden
kazanan Ukrayna Pazar ekonomisine dayalı olarak ilerleyen uluslar arası programları destekler.
Litvanya ve Ukrayna Polonya'yla derin bir tarihsel ilişkiye sahiptir. Ukrayna ile ilişkilerimiz
"stratejik bir dostluk" olarak adlandırılırken, Litvanya'nın euro-atlantik amaçlarını destekliyoruz.
Peki Rusya'ya ne oldu? Orta ve Doğu Avrupa'da hiç kimse bu soruya ilgisiz kalmamalıdır.
Polonya Rusya'yla işbirliği ve anlayış köprüleri kurmaya hazırdır. Sık sık söylediğimiz gibi, bizim
NATO'ya girme isteğimiz hiçbir ülkeye, özellikle Rusya'ya karşı amaçlanmamıştır ve bugün, yeni
bir NATO üyesi olarak güçlü bir şekilde tekrarlıyoruz: Kuzey Atlantik Paktı'nın bir parçası olma
Stalinist terör yıllarının ve Komünist geçmişin üstesinden gelmemizi kolaylaştırır ve Rusya'yla
anlamlı, işleyen bir ilişki amaçlar.
Orta ve Doğu Avrupa ulusları, sık sık geçmişin onların şimdiyi ve geleceği algılamalarını gölgede
bıraktığı biçiminde tarihsel olarak ifadelendirilir. Kesinlikle, siyasal bir amnezi içinde olmayacağız
ve olmayız, sadece geçmişi gelecek için bir perspektif elde edilebilir biçimde açığa çıkaran
Rusya'daki demokrasi yanlısı elementleri anlamayı umuyoruz. 1999 Rusya'sının kendisiyle barışık
olmadığının, emperyalist geçmişi hakkında nostaljik sorular sorduğunun ve dış işleri sorunları
hakkındaki duruşunu yeniden şekillendirdiğinin farkındayız. Bu ikilem açıkça Kosova çatışması
sırasında görüldü. Moskova Pasifik kenar, Orta Asya ya da Kafkasya için yeni politikalar üretmek
için çatışırken başka bir çok kriz ortaya çıkabilir. Avrupa'da Rusya'nın gelecekteki yerinin ne
olacağını sormak bizim bakış açımız için önemlidir. Neredeyse dünyanın doğal kaynaklarının
yarısına sahip ve on bölgeye ayrılmış bir ülke farklı çehrelere sahiptir. Açıkça, onun önceden
bilinememesi Avrupa'ya mı Asya'ya mı dönebileceği sorusuna yanıt vermeyi zorlaştırır. Ne var ki,
Rusya'yı Avrupa'nın dışına atmamak ve bölgesel bir diyalog için hazırlığımızı yapmak
zorundayız.
Bayanlar, Baylar,
Orta Avrupa tarihin hala şimdiyle karışır. Bir tarihçi olarak bunu doğal buluyorum, geçmişin
geleceği gölgeleyen bir yük olabildiğini anlıyorum. Hegel, bu bin yılın sonunda tekrar edilen,
1806'da tarihin sonu hakkında konuştuğu zaman, onun görüşü Fransızların neden olduğu bir
Alman askeri bozumuna reaksiyon içinde doğmuştu. Bu örneğe, Orta Avrupa'nın ciddi
problemlerle karşılaşacağına işaret etmek için baş vuruyorum. Benim referansım sadece Rusya
değil, fakat daha çok Avrupa kıtasının büyük bölümünün Balkanlar adıyla sınırlanmasıdır. Ne var
ki, soğuk savaşın sonuçları olarak demokrasinin bu başarısızlığını görebileceğine inanıyorum.
Balkanların, tüketeceğinden daha fazla tarih üreteceği sıkça söylenir. Bu noktada, demokrasinin
olmamasıyla bağlantılandırılmış Sırp milliyetçiliği Avrupa'ya çözülecek zor bir problem sunuyor.
Totaliter sistemlerin üstesinden gelmede tarihsel deneyiminden dolayı Orta Avrupa ülkeleri
bölgedeki istikrarı ve uzun süreli barışı güvence altına almak için uğraşan uluslar arası topluluğun
gayretlerine katkı yapacak.
Bayanlar ve baylar,
Bugün Polonya geçmişteki eşsiz ekonomik ve askeri gelişmelerinden zevk almaktadır. Polonya'nın
Komünizmden ulusal egemenliğe "anlaşmalı dönüşümü" açık bir başarı hikayesidir. Bunun Orta
Avrupa alanı için birkaç önemli sonucu ortaya çıkaracağına inanıyorum. Birincisi uzun dönemli ve
tutarlı reformların yabancı sermaye ve özel mülkiyeti garanti altına alan sivil toplum, temel
demokrasi mekanizmaları ve hukuk kurallarını yerine getirmeksizin olanaklı olmadığıdır. Orta
Avrupa gelişme modellerinden çıkarılan ikinci bir ders, sadece paranın Pazar ekonomisini
büyütmeyeceği ve demokrasiyi yaratmayacağıdır. Rusya örneği bunu gösteriyor. Geçen son 7 yıl
içinde G-7 grubundan 110 milyon dolardan fazla aldı fakat hala kriz içinde. Polonya'nın durumu
daha fazla bunu örneklendirir. 1989'da sunulan reform tedbirleri tamamen sosyal kargaşaya yol
açmadan insanların sıkıntı çekmesine neden oldu, çünkü halkın hevesi, liderliğin siyasal öngörüsü
ve ekonomik şeffaflık geleceğe yatırım yapıldı ve üstün bir sonuç elde edildi.
Polonyalılar üçüncü bin yıla, tarihsel kaderlerinin artık büyük komşuları Rusya ve Almanya
tarafından tehdit edilmediğinin ve kendi ülkelerinin yönetiminin beceriksizliklerle engellenmediğinin
farkında olarak girmektedir. Önceki düşmanlarına elini uzatma sadece geçmişin hayaletlerinden
kaçma yolu değil, fakat aynı zamanda gelecek için politika yaratır. Bu politika Doğu ve Batı
arasında koşulan yol boyunca kurulur. Batı Avrupa demokrasileri için Polonya Doğu Avrupa
ülkelerine, doğuya doğru gitmek için bir köprüdür, onların Batıya yaklaşımına yardım eder.
Coğrafya ve politikalar XXI. yüzyılın yeni Avrupa'sının oluşumunda yardım etmesi için
Polonya'ya eşsiz bir fırsat sağlaması için birleştirir.