Azracik Yetkin-Yönetmen
Mesaj Sayısı : 2883
Cüzdan: Para: 5555 Odun: 6547 ViP: 0
| Konu: Popülizm, Avrupa Uygarlığını Tehdit Ediyor 20/4/2009, 07:40 | |
| Polonyalı gazeteci ve entelektüel, Adam Michnik'in, NRC Handelsblad Gazetesi'nde 9.11.2002 tarihinde yayınlanmış makalesinin Türkçe terümesidir. "Polonya hükümeti boğazına kadar yolsuzluğa batmış ve gerizekalılardan kurulu bir hükütmettir", bunu Hollanda Parlamentosu oturumlarında öğrendim. Böylece keyfim hemen yerine geldi, çünkü "kurtlar sofrası" deyiminin yalnızca Polonya Parlamentosu'nun bazı oturumlarına ait bir şey olmadığını da anlamış oldum. Yani Hollanda ve Polonya popülistlerinin, demagoglarının düzeyini tartışırken, bizler de kendimizi manevi olarak aynı ortak Avrupa'da bulmuş oluyoruz - hicvimi hoşgörün.
Onlarca yıl totaliter rejimlerin baskısı altında yaşamış insanlar için Avrupa, diğer kıtalardan spesifik bir mitle ayrılıyordu; Avrupa, Atina demokrasisinin Roma hukukuna, Hristiyan vicdanına bir mirasıydı. Avrupa - Asya'dan ya da Afrika'dan farklı olarak - rönenans ve reform dönemlerini geçirmiş; aydınlanmayı ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik adına yapılan bir devrimi yaşamıştı. Avrupa aynı zamanda çoğulculuk ve hoşgörüydü, serbest pazar ve dayanışma idealiydi; yani totaliter rejim ve kabile anlayışında etnik merkeziyetçilik mantığının kökten reddedilişiydi. Avrupa Birliği idealinin temeli işte bu ilkeler üzerine - Nazizm mirasına karşı, Stalin komünizmine karşı - oturtulmuştu.
Aynı zamanda Avrupa, tek tip üniforma giyinmek demek de değildi; muafızların pür dikkat korudukları Versal Sarayı'nın bahçesinden daha ziyade, türlü türlü renkte çiçekleriyle bir çayırlığı andırıyordu. Avrupa'nın sınırı, bu değerler manzumesini reddeden sistemlerdi. Ama, bizler, Orta ve Doğu Avrupa'nın insanları, kendimizi hep manevi açıdan ortak kültürümüzün, Şekspir'in, Cervantes'in, Rotterdam'lı Erazm'ın, Volter'in, Dante'nin ve Goethe'nin bir parçası sayıyorduk.
Bugün, mevcut Avrupa Birliği'nin Montesque'nun demokrasisi ile onun günümüzdeki uygulaması arasındaki fark kadar bizim idealimizdeki Avrupa'dan farklı olduğunu bildiğimiz halde, içine dahil olmak istediğimiz Avrupa, işte daha yukarıda anlattığım Avrupa'dır.
Ama bugün Avrupa'nın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini soruyoruz. Acaba Rusya Avrupa'da mıdır? Bu soruya Rusların kendileri de farklı farklı yanıtlar veriyorlar. Ama Puşkin'siz, Çehov'suz, Strawinski'siz ve Çaykovski'siz ya da Saharov'sız ve de Pasternak'sız bir çağdaş Avrupa kültürü düşünmek zordur.
Ya İslam? Hıristiyan Avrupa'da İslam'a yer var mıdır? İslam'ın kıtamızda asırlarca süren varlığını, İspanya'nın güneyindeki o harikulade mimari eserleri, Sarayevo'daki güzelim camileri bir anlığına unutalım. İçinde bulunduğumuz ana, bügünkü duruma bakalım. Acaba Fransa ve İngiltere, Belçika ya da Almanya bugün sınırları içinde yaşayan müslüman halklardan bağımsız olarak düşünülebilirler mi? Hayır, bu imkansız. İslam, tıpkı Musevilik gibi, Avrupa kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Avrupa kentlerindeki cami ve sinagoglara yabancı düşmanı reaksiyon (ksenofobi), sağduyudan yoksun olmasının ötesinde, tehlikeli bir reaksiyondur da. Yabancı düşmanlığı çıkmaz bir sokaktır ve Avrupa demokrasisinin tam köküne darbe vurabilir. Yabancı düşmanlığı, tek üniforma kandırmacısına verilmiş sahte bir yanıttır. Doğru yanıt ise, çok kültürlü plüralizm ve etnik farklılıkları kabul etmektir.
Tek tip üniformacılık genelde Amerikanlılaştırma ile karıştırılmakta, buna karşı genelde hastalıklı bir anti-Amerikancı tavır takınılmaktadır. Hiç akıllıca değil. Anti-Amerikancılık - Lenin'den birazcık değiştirerek alıntılarsam - "Avrupacılığın çocukluk hastalığıdır." Avrupa Birliği ve Birleşik Devletler, Avrupa-Atlantik birliğinin iki sac ayağıdır. Yalnızca güçlü ve birleşmiş bir Avrupa, Birleşik Devletler'in gerçek partneri olabilir ve dünyaya tümden Amerika'nın hakim olduğu yalanına da verilecek en anlamlı yanıt budur. Buna karşılık anti-Amerikancılığın, Bush'un Saddam Hüseyin'den daha tehlikeli olduğu yönündeki anlamsız açıklaması bir yanıt değildir; saçmalıktır.
Güçlü bir Avrupa'nın kurulmasını ve Polonya'nın Avrupa Birliği'ne girmesini vatanperverlik sebeplerinden ötürü istiyorum, zira Avrupa uygarlığını bir bütünde birleştiren ulusal gelenek ruhunu, yalnızca bütünleşmiş ve güçlü bir Avrupa'da kökleştirebiliriz. Bugün bu uygarlığı, etnik ve sosyal demogojiyi teklif diye sunan, hatta zaman zaman güce başvurmaktan kaçınmayan, yeni tip bir popülizm tehdit etmektedir. Bu popülizm bazen sol, bazen sağ etiketli olabilir, ama her şartta antidemokratiktir. Bu popülizmin havadan gelmiyor ki. Ounun temelinde bir reaksiyon süreci bulunmaktadır - demokrasinin derinleşen zayıflıklarına, bugün parlamenter demokrasinin ve serbest pazarın bir parçası olmuş yolsuzluklara karşı bir reaksiyondur. Yolsuzluklar ve popülizm, günümüz açık toplumunun kendi kendisini zehirlemesidir.
Günümüz Avrupası'nı algılayışım şudur: Zayıf bir demokratik düzen, hoşgörü dünyasının akıldışılığı, köhnemiş kurumlar. Ulaşmayı hedeflediğimiz dünya, bu değildir. Churchill'in "Şu ana kadar hayata greçirilmiş ve denenmiş olanlar haricinde demokrasi en kötü iktidar etme biçimidir" sözünü tekrar etmek insana acı veriyor.
İşte bu günaha batmış, kusurlu dünya geçen yıl 11 Eylül'de bir saldırıya uğradı. Bizlere, yani Avrupalı ya da Avrupa-Atlantik uygarlığının üyesi olan bizlere keyfimizce yaşamayı, fanatik dinci ve totaliter ideolojilerin adına yasak etmek isteyen güçler ortaya çıktı.
İşte bu yüzden, Avrupa kimliğinin ayrılmaz bir parçasının, iyi işkence-kötü işkence olmadığı gibi, iyi terör-kötü terör ayrımı yapılamayacağı inancı olduğunu, burada bir kez daha vurgulamak gerekli.
Teröre hoşgörülü yaklaşım, Avrupa kimliğinden silinmelidir. Belki bu imkanlarımızı aşan bir talep değildir ki, ama Avrupa'nın yirminci yüzyıl tarihi, cehenneme giden yolun azamiyet öngören ve ütopya gibi teorilerden kurulu olduğunu bizlere öğretti. Belki de bu, geçen yüzyılın kıtamıza verdiği en büyük derstir.
Tercüme: Osman F. BAŞ / G. Michalski | |
|